Cumhuriyetçi Hukukçular Kulübü

Türkiye’nin Çok Partili Hayata Geçişi ve Demokrat Parti Dönemi

+5

Onur AKBAŞ

Giriş

1923 yılından 1946 yılına kadar tek partili hayattan çok partili hayata geçiş için üç deneme yapıldı. İlki 1924 yılında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile gerçekleşti. Ancak cumhuriyetin bile yeni olduğu bu dönem şartlarında bir muhalefetin varlığı mümkün olamamıştı. Fırka altı ay sonra kapatıldı. Yöneticilerinin bir kısmı Atatürk’e suikast davasında idam edilmiştir.

İkinci deneme 1930 yılında Serbest Fırka ile yapılmıştır. Fakat ömrü çok kısa olmuştur. 96 gün sonra Fırka kapatılmıştır.

1946’da Demokrat Parti gelmiştir.

Dünyayı saran ekonomik kriz ilk yıllarını yaşayan cumhuriyete büyük zarar vermekteydi. Ülkenin her bir köşesi maddi manevi bir perişanlık içerisindeydi. Atatürk hem ekonomik hem siyasi olarak bu durumdan kurtulmanın yollarını arıyor ve Batı ile bir bütünlük sağlayarak Türkiye’yi çağdaş dünyanın içine sokmayı hedefliyordu.  Bu hedefe ulaşmak için ise yapılması gerekenin çok partili hayata geçmek olduğunu düşünüyordu.

Milli Şef ve Dörtlü Takrir

Mustafa Kemal Atatürk 10 Kasım 1938’de vefat etmiş Cumhuriyet Atatürksüz kalmıştı. Meclis 11 Kasım 1938’de cumhurbaşkanı olarak İsmet İnönü’yü seçmişti. Başbakanlığa Celal Bayar’ı atanmıştı fakat Bayar birkaç ay sonra bu görevden istifa etmişti. İsmet İnönü ile Celal Bayar iki ayrı kutup gibiydiler.

1938 yılında Celal Bayar’ın başkanlık ettiği Cumhuriyet Halk Partisi 1. Olağanüstü Kurultayı’nda İsmet İnönü değişmez genel başkan ve milli şef ilan edildi. Tek adam olmak yönündeki ilk işaret olarak algılanabilecek bu olay sonrasında İsmet İnönü isterse ölene kadar partinin başında kalabilecekti. Kurultayın Milli Şef’e bağlılık mesajını ise Adnan Menderes okumuştu.

8 Mayıs 1945’te savaşın bitimiyle San Francisco’da Birleşmiş Milletler’in kuruluşuna imza attılar. Artık yeni dünyada demokrasi ilkeleri geçerli olacaktı. Stalin, Türk-Sovyet saldırmazlık anlaşmasını feshetti. Ruslarla gerildik ve Batıyla etkileşimimiz hızlandı. Batının anahtarı ise çok partili hayata geçiş olarak düşünülüyordu.

1945 19 Mayıs nutkunda ilk kez İsmet İnönü demokrasiye geçiş sözü verdi.

Bu rejimin provası olarak toprak rejimi oldu. Daha adil bir toprak dağılımı için büyük toprak sahiplerinin bir kısmının toprağı kamulaştırılacaktı. CHP içindeki toprak ağaları buna karşı çıkacaktı. İlk karşı çıkanlardan birisi Adnan Menderes’ti. Mayıs sonunda yapılan bütçe oylamasında yedi ret oyu çıkmıştı ve artık muhalefetin isimleri belli olmuştu.

Ardından Dörtlü Takrir olarak tarihe geçecek olan önerge meclis grubuna sunulmuştur. Önergede İnönü’nün 19 Mayıs’ta yapmış olduğu konuşmaya atıf yapılarak 3 istek sıralanıyordu: Meclis denetiminin yapılması, siyasal özgürlüklerin genişletilmesi ve parti çalışmalarının yeniden düzenlenmesi. Önergede ise Celal Bayar, Refik Koraltan, Fuat Köprülü, Adnan Menderes’in imzası vardı.

Dörtlü Takrir ağır bir şekilde eleştirildi ve bu dört kişi arasından en çok sivrilen iki isim partiden ihraç edilmişti. Bu isimler Fuat Köprülü ve Adnan Menderes’ti. Celal Bayar ise yaşanan olaydan kısa bir süre sonra milletvekilliğinden istifa etmiş fakat partiyle bağını koparmamıştı.

Demokrat Parti’nin Kuruluşu ve İktidara Gelişi

1 Kasım 1945 yılında İnönü Meclis açılış konuşmasında bizim tek eksiğimiz hükümet partisinin karşısında bir partinin bulunmamasıdır diyerek çok partili hayata bir işaret vermiştir. İnönü bundan önceki girişimlerin istenen sonuca ulaşamamasını bir talihsizlik olarak görüyor ve o an gelinen noktada demokrasi bilincinin yerleşmiş olduğu kanaatiyle bu sefer çok partili hayata geçilebileceğini düşünüyordu.

Çankaya’dan yanan yeşil ışık ve Refik Koraltan’ın da partiden ihraç edilmesiyle yeni kurulacak partinin kurmay kadrosu şekillenmişti.

7 Ocak 1946’da Demokrat Parti kurulmuş ve 23 yıllık tek partili hayat değişmişti. Menderes’e yeni partinin CHP’ye nazaran yeri neresidir diye sorulduğunda Menderes iki parmak daha solundadır diye cevap vermişti. Fakat programlarına bakıldığında bu böyle görünmemekteydi. Demokrat Parti’nin iki temel hedefi vardı. Ekonomide liberalist, siyasette demokrasi. Genel başkan olarak Celal Bayar seçilmişti.

İnönü şubat ayında aldığı kararlarla liberalizmin önünü kendisi açmak istedi. Önce öğrencilere örgütlenme hakkı tanındı ardından üniversitelere özerklik verildi, basın suçları affedildi, köylüyü ezen vergiler kaldırıldı, işçilere sigorta hakkı tanındı.

Sonrasında CHP olağanüstü olarak yeniden toplandı. İnönü bir önceki olağanüstü toplantıda değişmez genel başkan seçilmişti fakat 8 sene sonra bunu kendi isteğiyle bu unvana son verildi. Artık genel başkan seçimle iş başına gelecek ve değişebilecekti. Tek şefli parti de tarihe karışıyordu.

İnönü aynı kurultayda seçim tarihini geriye çekmişti. DP henüz bir seçime hazır değildi. Adnan Menderes Aydın’dan ve Kütahya’dan aday olmuş ve Kütahya’dan milletvekili olmuştu. 46 seçimlerinde başta İnönü sorumlu tutulmakla beraber hile yapıldığı düşünülmekteydi. Bu durum ileriki dönemlerde Demokrat Partililer tarafında sıkça propaganda konusu haline getirilmiş ve bu sayede arkalarına bir kitle toplamışlardı. 465 milletvekilinden 62’sini DP kazanmıştı.

İlk çok partili meclis 5 Ağustos 1946’da açıldı. Fevzi Çakmak ile İsmet İnönü cumhurbaşkanlığı seçimine katılmış ve İsmet İnönü cumhurbaşkanı seçilmiştir.

Tarih bu kez 14 Mayıs 1950 seçimine geldiğinde ise 8 milyon seçmenin  %89 katılım oranında ve gizli oy ile kullanılan oylar sonucu CHP 69, DP ise 408 milletvekili kazanmıştı.

Celal Bayar cumhurbaşkanı seçilmişti. Adnan Menderes ise Bayar’ın isteği ile başbakan olmuştu. DP dönemi 29 Mayıs 1950 yılında Adnan Menderes’in hükümet programını okuduğu gün fiilen başlamıştı. Vaatler kısmında ise özgürlük ve refah vurgusu yapılmıştı. Konuşmanın en akılda kalıcı kısmı ise halka mal olmuş inkılaplara dokunulmayacağı olmuştu. Henüz benimsenmeyenler hakkında ise ucu açık bir durum söz konusuydu.

NATO’ya Giriş ve Kutuplaşmalar

DP’nin yaptığı ilk icraat, ezanı Arapçaya çevirmek olmuştu. 1932’de çıkan bir kanunla ezanın Arapça okunması yasaklanmıştı. 1950 Haziranına geldiğinde bu kanun kaldırıldı. DP’nin bu hamlesi kendilerini destekleyen aydınları ve askeri kesimi rahatsız etmişti. Bayar yasaya onay vermeyi erteliyordu. Menderes ise Ramazan ayına yetiştirmek için bu işi hızlı bir şekilde halletmek istiyordu. Yasa gecikince Menderes istifa dilekçesi yazarak Bayar’a gönderdi. Menderes adeta güç bende mesajı veriyordu. Bayar istifa mektubunu iade etti ve ezan yasasını yürürlüğe soktu. Bayar ve Menderes arasındaki ilk burukluk bu şekilde olmuştu.

Sonrasında Menderes, İsmet İnönü’yü unutturma kampanyası başlattı. Paralardaki resmini kaldırttı, Beyaz Trenini halka açtı, Savarona’nın artık kullanılmaması kararı aldı.

Bu sırada Kore Savaşı patlak vermişti (25 Haziran 1950). Soğuk savaşın 2 tarafı olan kapitalist ve sosyalist dünya Kore’de ilk defa karşı karşıya geliyordu ve Türkiye hala kendini yalnız hissediyordu. İkinci Dünya Savaşı’na girmeyen Türkiye, Batı ile tam bir bütünlük sağlayamamıştı. Savaş sonrası Sovyetler, Boğazlar ve Doğu Anadolu’da hak iddia edince Türkiye Batı’ya yanaşmıştı. 1946’da boğazlarına giren Missouri zırhlısı artık Türkiye’nin yalnız olmadığını gösteriyordu. Ardından Truman Doktrini ile 100 milyon dolarlık askeri malzeme, Marshall yardımı ile de 10 yılda 3 milyar dolar yardım alacak; ekonomik ve askeri açığını bu şekilde yamayacaktı. Fakat Türkiye hala siyasi olarak yalnızdı. Amacı NATO’ya girebilmekti fakat başvurular her zaman kibarca reddediliyordu. Kore’de Türkiye’nin vereceği destek Türkiye’ye NATO’nun kapılarını açabilirdi.

Türkiye savaşa girme kararı almıştı. CHP’nin tüm ısrarına rağmen karar meclise sunulmadan onaylandı. 4500 kişilik Türk Tugayı savaşa katılmıştı. Bu savaşa katılmanın sonucunda Yunanistan ile birlikte Türkiye de NATO’ya katılmıştı. Türkiye artık tarafını seçmiş oldu.

Yardımların ülkeye girmeye başlamasıyla beraber yabancı sermayeyi teşvik ve Petrol Kanunu yürürlüğe sokuldu. Türkiye yabancı sermayelere açılıyordu. Petrol Kanunu’nun çıkmasıyla beraber ülkeye gelen yabancı şirketler istedikleri oranda petrol bulamamışlardı. Bu sebeple bu kanunun esas önemi CHP ve DP’nin arasındaki gerilimi arttırmasıdır.

1952 yılında CHP’nin haksız iktisapları adı altında bir sorun gündeme geldi. CHP’nin tek partili dönemde edindiği tüm mallar haksız iktisap sayılıyor ve hazineye geri verilmesi isteniyordu. Öncelikle CHP’nin genel merkezine el kondu. Burası Atatürk’ün ilk meclisi topladığı tarihi binaydı. Ulus gazetesi de bu mallar arasındaydı. Haksız İktisap Yasası bir ay sonra gündeme geldi. DP bu olaylardan önce de Millet Partisi’ni gericilik iddiasıyla kapatmıştı. Bu kadarı Bayar’a bile fazla gelmişti. Bayar yıllar sonra yazdığı yazılarında bunu belirtmiş, engel olmak istemiş fakat başaramamıştır.

1954 seçimlerinde DP “yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır.” propagandasıyla, ekonomik kalkınma hareketlerini göstererek oylarını yüzde 54’ün üzerine çıkartmıştı. Meclisteki sandalyelerin yüzde 93’ü DP’nin elindeydi.

1954 seçimi sonrası DP gücünün zirvesindeydi. Celal Bayar’ın ardından Adnan Menderes de Amerika’yı ziyaret etmiş, orada çok sıcak karşılanmış ve konuşmalarında Sovyetler hakkında ağır konuşmuştu. Fakat konu ekonomik yardımlara geldiğinde Amerika’nın tavrı bir anda değişmişti. Türkiye’nin talebi olan 300 milyon dolarlık kredi reddedilmişti çünkü Amerika yatırımlarda biraz hızlı gidildiği kanısındaydı. Türkiye’nin ticaret açığı büyüyor ve ödemeler gecikiyordu. Seçim öncesi tarım ürünlerine yüksek fiyat verilmiş ve bu da enflasyonu arttırmıştı. Bu yüzden Amerika Türkiye’ye sadece 30 milyon dolar hibe vermişti.

Amerika’dan istediğini alamayan DP, öcünü kendisine oy vermeyenlerden almaya başladı. Malatya ikiye bölündü, Adıyaman ayrıldı. Kırşehir bir kanunla ilçe oldu. Yeni bir yasa ile radyo siyasal partilere kapatıldı. Memurların siyasal hakları kısıtlandı. Yaş sınırına bakılmaksızın memurların işten el çektirilebilmesini sağlayan bir yasa çıktı. Bunlara karşı çıkanlar ise hapse atılıyordu. Kurulmaya çalışılan demokrasi değişiyordu.

İsmet İnönü ve Adnan Menderes’in arasındaki gerginlik yeniden alevlenmişti. Kışlalarda yavaş yavaş ihtilal ihtimalleri tartışılmaya başlamıştı. Ezanın Arapçaya dönmesiyle başlayan rahatsızlık, iktidarın İnönü’ye sataşmasıyla alevleniyordu. Aynı zamanda Marshall yardımları çerçevesinde eğitmen olarak Türkiye’ye gelen Amerikan subaylar askerleri rahatsız etmekteydi. Aynı zamanda Genelkurmay’ın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması, askeri yargının kaldırılması gibi reformların gündeme gelmesi de askerleri tedirgin etmeye başlamıştı. Fakat Menderes henüz askerleri karşısına almak istemediği için bu reform hareketlerini ertelemişti. Ama askerler kendi aralarında örgütlenmeye başlamışlardı bile.

Halk arasında da bakanlar hakkında yolsuzluk söylemleri gündeme gelmekteydi. 1955 baharında 11 milletvekili meclise önerge vererek ispat hakkı istediler. Mevcut yasalara göre bir bakan hakkında basında yolsuzluk iddiası gündeme gelir de konu mahkemeye taşınırsa duruşmada basına, yazdıklarını kanıtlama hakkı tanınmıyordu. Önergeyi veren milletvekilleri bu hükmün değişmesini istedir. Bir yolsuzluk iddiası varsa bunun mahkemede kanıtlanabilmesini istediler. Masum bir hukuki talep gibi gündeme gelse de ispat hakkı bir anda siyasal bir içerik kazandı. Grup yolsuzlukları örten dokunulmazlık hakkının kaldırılmasını istiyordu. Menderes ise ispat hakkına karşı çıktı çünkü iftiraların sonunun gelmeyeceğini düşünüyordu. 11 milletvekilini yanına çağırdı ve bu önergeyi geri çekmelerini istedi. Fakat geri çekmediler ve akabinde ihraçlar başladı. 19 milletvekili de istifa ederek Hürriyet Partisi’ni kurdular. Bu olayların yaşanmasıyla şikayetlerin ardı arkası kesilmemişti.

Ekonomi ise gittikçe kötüleşmeye başlamıştı. Buğday üretiminde dünya dördüncüsü olan Türkiye, Amerika’dan buğday satın alıyordu. Bunda o dönem yaşanan kuraklığın da etkisi vardı. Yatırımlar azalmaya başlamıştı. Dış kredi de sağlanamıyordu, ithalat kısıtlanmıştı ve karaborsa baş göstermeye başlamıştı.

6-7 Eylül Olayları

6 Eylül 1955’te Hükümet, Kıbrıs sorununa el atmıştı ve müzakerelere başlanmıştı fakat konu kilitlenmişti. Hükümet yetkilileri sorunu ertelemeyi planlıyorlardı. Fakat sonrasında “Selanik’te Atatürk’ün evi bombalandı” yalan haberiyle halk sokağa dökülmüş ve azınlıkların evlerine, dükkanlarına büyük hasarlar vermeye başlamışlardı. İstanbul tanınmaz haldeydi. Olaylara tanklarla müdahale edilmiştir. İstanbul Valisi istifa etmişti. Meclis grubunda da istifaların ardı arkası kesilmiyordu. Eleştiriler çığ gibi büyüyordu.

İktidar artık uzlaşı yerine baskıyı tercih etmeye karar vermişti. 23 yargıç emekli edildi, Basın Yasası çıkarıldı. Resmi şahıslar hakkında kötü düşünceyi davet edecek yayınlar yasaklandı. Bu yasaya her şey girebilirdi ve basın bu yasanın büyük baskısı altında kalmıştı. Cezalar da ağırlaşmaya başlamıştı. Hapishaneler gazeteci yazarlarla dolmuştu.

Basın Kanunu’ndan 20 gün sonra da toplantı ve gösteri yürüyüşlerini düzenleyen bir kanun çıkarıldı. Artık protesto amaçlı her gösteri suç sayılacak ve dağıtılması için hedef gösterilmeksizin ateş edilebilecekti.

Darbe’nin Ayak Sesleri

1957 seçimleri DP için pek de iç açıcı değildi oyların yüzde 48’ini alabilmişti. Toplanan muhalif kesimden daha düşük bir oy oranına sahiplerdi. CHP’nin milletvekili sayısı 31’den 178’e yükselmişti.

Seçim sonrası Menderes devalüasyon kararı aldı. Dolar 2.80 iken 9 olmuştu. Halk birden artan hayat pahalılığı altında ezilmişti. Asker de Türk Lirası’nı gururu gibi görüyordu ve refah getirmek vaadiyle gelen DP’ye tepkiler hayli artmaktaydı.

Bu sırada Menderes bir ihtilal girişiminin olacağının bilgisini aldı ve iktidar hemen bir kriz masası toplayarak konuyu Celal Bayar’ın başkanlığında ele aldı. Milli Savunma Bakanı Şemi Ergin böyle bir hazırlığın olmadığını iddia etmişti. Fakat toplantıdan birkaç saat önce ihtilalciler tarafından Şemi Ergin’e ihtilalin liderliği teklif edilmişti. Ergin bu teklifi reddetmişti. Toplantı sonrasında Faruk Güventürk’ün de aralarında bulunduğu 9 subay tutuklandı ve 3 hafta sonra radyolarda duyuruldu. Duyuruda iktidara yönelik bu hareketin TSK’ye mal edilemeyeceği özellikle vurgulandı. Bayar tehlikenin farkındaydı ve önlem alınması gerektiğini düşünüyordu. İlk iş olarak Şemi Ergin istifaya zorlanmıştı. Menderes ise bu tehlikeye adeta kulağını tıkıyordu.

17 Şubat 1959 günü Menderes Londra’ya Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran Londra-Zürih anlaşmalarını imzalamaya gidiyordu ki Menderesin uçağı düştü. 14 kişinin öldüğü kazada Başbakan şans eseri kurtulmuştu. Bu olaydan sonra hem muhalefetle ilişkisini düzeltmiş hem de kitlelerle olan bağı kuvvetlenmişti. Ülkeye döndüğünde büyük bir coşkuyla karşılanmıştı. Bu olay dönemin siyasi gerginliğini yumuşatmıştır.

 1959 yılına gelindiğinde ihtilal örgütü dağınık bir haldeydi. Toplantılar yapıyorlar fakat harekete geçemiyorlardı. DP hükümeti tedirginlik içerisindeydi. Acaba İsmet İnönü ile asker el ele vermiş bir darbe mi planlıyorlardı? İsmet İnönü de gerek asker olmasından gerekse askerler arasında çok saygı duyulan bir insan olmasından dolayı böyle bir oluşumun varlığından haberdardı fakat kendisi bu oluşuma dahil olmamıştı. Örgütün hala bir lideri yoktu.

Cemal Gürsel ise o dönemde Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na gelmişti. Örgüt Cemal Gürsel’e  liderlik teklif ettiğinde Gürsel ne evet ne hayır demişti. Fakat şimdilik ondan istenen bazı ihtilalcilerin ordunun kilit noktalarına atanmasıydı ve belli başlı kilit noktalara atamalar gerçekleştirildi.

18 Nisan 1960 işi çığırından çıkaran gelişme DP’nin tahkikat kurulu kurulması olmuştu. CHP’nin seçim dışı yollarla iktidara gelmeye çalıştığı, silahlandığı, bir hücre örgütü kurduğu, isyan hazırlığında olduğu gerekçesiyle bir komisyon kurmuştu ve bu komisyon 3 ay boyunca CHP’nin faaliyetlerini soruşturacaktı. Kurulan komisyon işe başlarken tüm siyasal faaliyetleri yasakladığı gibi komisyonla ilgili haberlere de yayın yasağı koydu. Komisyona olağanüstü yetkiler verildi. Komisyon, basını ve muhalefeti yargılayacak; hatta cezalandıracak ve verdiği kararlara itiraz edilemeyecekti.

İnönü ise bu yasadan sonra yaptığı tarihi konuşmasında ‘’Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır. Bu yolda devam ederseniz ben de sizi kurtaramam.’’ demiştir.

Halk artık isyan etmeye başlıyordu. Bu isyanın başlarında da üniversiteler geliyordu. 28 Nisan 1960 günü özellikle İstanbul ve Ankara’da başlayan öğrenci eylemlerinde “Diktatör istemiyoruz, hürriyet!” sloganları atılıyordu. Polis müdahalesi başladı. Ölüler ve yaralıların sayısı gittikçe artınca olaylara asker müdahale etti. Fakat askerin müdahalesi sırasında “Türk ordusu çok yaşa, ordunun yanındayız!” sloganları atılmaya başlanınca asker ve halk kucaklaşmaya başlamıştı. Anlaşılan o ki artık askerin namlusu iyice iktidara dönmüş durumdaydı. Sıkıyönetim ilan edilmiş ve üniversiteler kapatılmıştı. 

Menderes ise olayların sadece büyük birkaç kentte olduğunu, ülkenin genelinin sükunet içinde olduğunu düşünüp olaylara önem vermiyordu.

21 Mayıs 1960’ta Harbiye ayaklandı ve iktidara açık şekilde meydan okuyordu. Başbakanlıkta bir zirve toplanarak Harbiye tatil edildi ve silahları ile birlikte İzmir’e nakledildi. İhtilal komitesi, Harbiye giderse ihtilalin olmayacağını biliyordu. Komiteden habersiz yapılan bu Harbiye yürüyüşü komiteyi tedirgin etmişti ve komite acil bir şekilde toplanarak süreci hızlandırma kararı almıştı.

Kısa sürede tüm hazırlıklar tamamdı. Askeriyenin alt ve üst kademeleri ihtilale hazırdı. Artık iktidar birkaç günlük uzaklıktaydı.

Darbe

27 Mayıs 1960 gece saat 3’te TSK adına ihtilal hareketi başlamıştı. Önce İstanbul’daki zırhlı birlikler harekete geçti. Ardından Harp Okulu’ndan 4 birlik çıktı. İlk görev Merkez Komutanını teslim almaktı. Zira Merkez Komutanlığı’nın direnmesi ihtilalin önündeki en büyük engeldi.

Merkez Komutanı uyandırılıp durum anlatıldığında komutan birliklere ihtilale katılmalarını emretti. Böylelikle en büyük engel aşılmış oldu. Ancak orduevindeki komutanlar direnme kararı verince ateş açıldı ve Ankara uyanmıştı, Cumhurbaşkanı Celal Bayar da uyananlar arasındaydı. Kurulan ihtilal karargahından Celal Bayar’a 45 dakika içerisinde teslim olması gerektiği mesajı verilmişti. Bayar zihninde direniş kararı alsa da Muhafız Alayı’nın da ihtilalcilerden oluştuğunu fark etmişti. Fakat yine de silahını yanına alarak direnme kararı aldı. Askerler yanına geldiğinde ise Bayar milli iradeyle geldiğini ve ancak milli iradeyle gideceğini söylemişti. Askerlerin ısrarlı teslim olması yönündeki çağrılarına karşılık olarak silahını çekmiş fakat karşısındakilere değil namluyu kendisine doğrultmuştu. O esnada askerler Bayar’ın üzerine atılarak bu girişimi engellemişlerdi.

Askeri hedefler ele geçirildiğinde sıra sivil hedeflere gelmişti ve en önemli hedefler radyolardı çünkü ihtilal halka duyurulmalıydı. İlk hedef radyoeviydi. Radyoevini ele geçirmekle görevlendirilen subay ise Alparslan Türkeş’ti.

Askerler başkentin kilit noktalarını ele geçirmişlerdi. Anadolu’daki ordu komutanlarına da haber veriliyordu.

Sabahın ilk ışıklarında ise Demokrat Partililerin kapılarının önünde Harbiyeliler vardı. Tutuklamalar başlıyordu. 73 kişilik bir tutuklama listesi mevcuttu fakat iş çığırından çıkmıştı. Harbiye’ye getirilenlerin sayısı 200’ü geçmişti.

Ankara’da silahlar konuşurken Adnan Menderes Eskişehir’deydi ve Ankara’dan haber almaya çalışıyordu fakat alamamaktaydı. Bunun üzerine Eskişehir’i terk etme kararı almıştı. Fakat kaçışı çok sürmeyecekti. Albay Muhsin Batur, Menderes’i teslim almıştı ve Ankara’ya götürüyordu. Eş zamanlı olarak ise emekli olmasına 3 hafta kalan Cemal Gürsel de İzmir’den Ankara’ya gelmekteydi. Orgeneral Cemal Gürsel radyoda bir tebliğ duyurdu. Artık iktidarın tamamı Harp Okulu’ndaydı.                                                                                                          

10 yıllık iktidar 4 saatte devrilmişti.

Artık sorulması gereken asıl soru soruluyordu. Şimdi ne olacak?

Milli Birlik Komitesi

Halk bu darbeyi çok büyük bir coşku ile kutluyordu. İhtilalciler bile bu kadar destek alacaklarını beklemiyorlardı. Cemal Madanoğlu şimdi ne olacak sorusuna cevap olarak öncelikle Bayar’ı istifaya zorlayarak yeni rejimi tamamen ortadan kaldırmak istemişti. Fakat Bayar kesinlikle istifa etmeyeceğini söylemişti. Bunun üzerine Madanoğlu profesörleri çağırarak bir kurucu meclis oluşturmaya karar vermişti. Ordu bu kurucu meclise iktidarı devredecek ve kışlasına çekilecekti. Sıddık Sami Onar başkanlığındaki profesörler heyeti ise buna karşı çıkarak yeni bir yol önermişti. Yasama yetkisi ile donatılmış bir ihtilal komitesi kurulmasını istemişlerdi. Fakat komiteyi kurmak kolay değildi. Generaller albayların emrinde eşi görülmemiş bir subaylar topluluğu söz konusuydu. Subaylar farklı örgütlerden bir araya gelmişlerdi ve çoğu birbirini tanımıyordu. Bunlara Cemal Gürsel de dahildi. O sadece simgesel olarak ihtilalin başıydı ve subayların birçoğunda “ihtilali ben yaptım” havası mevcuttu. Komiteyi oluşturmak çok zor olacaktı zira beyin kadrosu bölünmüş durumdaydı.

En kıdemlilerden 8 subay 38 kişilik bir komite listesi oluşturdular. Milli Birlik Komitesi hazırdı, yasama ve yürütme görevi bu komiteye aitti. Listenin en başında Cemal Gürsel vardı. Cemal Gürsel de üniversiteye inandığını söyledi ve yeni bir Anayasa istediğini söyledi.

O sabah İsmet İnönü’nün evinin önünde ise yüzlerce insan vardı. Herkes tezahüratlar atıyor ve sevinç gösterileri sergiliyorlardı. Fakat İnönü daha farklı bir ruh hali içerisindeydi. Adeta korktuğu başına gelmişti. Askerin ne zaman gideceği ve giderken ne bırakacağı meçhuldü. Cemal Gürsel’in o sabah radyolar aracılığıyla yaptığı konuşmasında Gürsel her ne kadar “Diktatör olmak niyetinde değiliz.” açıklaması yapmış olsa da İnönü tedirgindi. Aynı zamanda CHP ve asker ortak darbe yapmış gibi bir izlenim uyanıyordu fakat iki taraf da böyle bir izlenimin uyanmasını istemiyordu. İnönü bu bizim ihtilalimiz değil açıklaması yapmış olsa da bir kısım CHP’liler çoktan ihtilalcilerle beraber DP’lileri tutuklama kampanyasına girmişlerdi bile.

Cemal Gürsel ile İnönü’nün konuşmasında Gürsel böyle bir darbeyi ondan habersiz yaptığı için üzgün olduğunu, eğer haber verilseydi İnönü’nün bu ihtilali durdurmaya çalışacağını bildiği için habersiz yaptığını söyleyerek ondan özür dilemiş ve bir emrinin olup olmadığını sormuştu. İnönü ise bu işin hayırlı olması için elinden geleni yapacağını söylemişti. Gürsel, İnönü’nün manevi desteğini bu şekilde alarak İnönü’nün darbeyle hiçbir alakası olmadığını açıklamıştı ve 3 ay içerisinde demokrasinin tekrar yerleşmesi açısından bir seçim yapacaklarını söylemişti.

Fakat seçimi erkenden yapmayı istemeyen bir kesim de mevcuttu. Çünkü bu seçimle iktidar hiç kuşkusuz direkt olarak CHP’ye bırakılacak demekti. Bu da ordunun tarafsızlığına zarar vermiş olacaktı.

Seçim istemeyen bir başka grubun gerekçesi ise DP’liler yargılanmadan DP bir seçime girmemeliydi. Anayasa Komisyonu da bu görüşü desteklemişti. Yapılanın bir darbe olmadığı hatta bir devrim olduğu, darbenin meşruiyetini kaybetmiş bir iktidara yapılan eylem olduğunu yazdıkları raporda dile getirmişlerdi.

Erkenden seçime gitmek isteyen askerlerin eli kolu bağlanmış oldu. Menderes ve Bayar’ın da bulunduğu 400 Demokrat Partili Yassıada’da yargılanacaktı.

Ordunun artık işleri yoluna koymadan çekilmeyeceği kesinleşmişti. Milli Birlik Komitesi yasalar çıkarmaya başladı ve artık bir meclis gibi çalışıyordu, yasama yetkisini eline almıştı. Darbenin hukuki dayanağı ise İç Hizmet Kanunu’ndaki bir maddeydi. Bu maddeye göre Türk ordusu, Türk Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamakla görevliydi. 1924 Anayasası askıya alınmıştı. Cemal Gürsel ise devlet başkanı oldu.

Anayasa Komisyonu da Cumhuriyetin gördüğü en demokratik en özgürlükçü Anayasası üzerinde çalışmaya başlamıştı.

MBK’nin çıkarttığı bir numaralı yasada Yassıada’yı ilgilendiren bir madde vardı. Bir Yüksek Adelet Divanı kurulacaktı ve görevi eski iktidarı yargılamaktı. Divanın kararlarına itiraz edilemeyecek sadece idam kararların infazı MBK’nin onayına tabi olacaktı. Kimlerin yargılanacağına ise Yüksek Soruşturma Kurulu karar verecekti.

Demokrat Parti ise kapatılmıştı. Karar bir avukatın başvurusu üzerine ve partinin beş yıldır kongresini yapmaması üzerine verilmişti. Yargılama beş dakika bile sürmemişti.

Yargılamalar ve Silahlı Kuvvetler Birliği

Davalar 5 aylık bir soruşturmanın ardından ekim ayında başlamıştı. 592 sanık 19 ayrı davadan yargılanacaktı. Divan 15 yargıç ve 9 savcıdan kuruluydu. Başkan Salim Başol’du ve 11 ay sürecek olan davalar başlamıştı.

Mahkeme ilk yargılamalarına basit ve küçük suçlamalarla başlamıştı. Bu durum mahkemenin itibarını düşürmüştü.

O sıralarda ihtilal komitesindeki subaylarda birbirine düşmüştü. Komite içinde derhal seçime gitmek isteyenler ve istemeyenler arasındaki çekişme gittikçe büyüyordu. Fakat istemeyenler çoğunluktaydı. Bu gerginlik her alana yayıldı. Önce 235 general ve 5000 subay emekliye sevk edildi. Ardından sıra üniversitelere gelmişti, 147 öğretim üyesi birbirini tutmayan gerekçelerle üniversiteden atıldı. Eleştiriler artınca da basına yasaklar getirildi. MBK, DP’nin yaptığı hatalara düşmeye başlamıştı. İşler çığırından çıkmaya başlamıştı ve Cemal Gürsel de kontrolü kaybetmeye başlamıştı.

İnönü seçimi geciktirecek her türlü harekete karşıydı. Seçimin yapılması taraftarı olan Madanoğlu, İnönü’nün desteğini almış durumdaydı. Cemal Gürsel ile Madanoğlu, Alparslan Türkeş’in de aralarında bulunduğu seçimin yapılmasını istemeyen 14 üyeyi çeşitli yollardan uzaklaştırmıştı. 14’ler dosyası böyle kapanmıştı.

Bu sayede demokratikleşme çabaları hız kazanabilecekti. Askerler bazı yetkileri sivillere devretmişti. Kurucu Meclis bunun ilk adımıydı. Kurucu Meclis hem Anayasayı çıkaracak hem de bir seçim yasası çıkarılacaktı. MBK üyeleri parlamenter olmuştu. Aynı zamanda çeşitli baskı gruplarından oluşan temsilcilerle de bir Temsilciler Kurulu kurulmuştu ve İnönü tekrar meclise dönmüştü. Siyasi partiler serbest bırakıldı ve 3 gün içerisinde 7 parti kuruldu.

1961 Anayasası 27 Mayıs’ın birinci yıl dönümünde Kurucu Meclis tarafından kabul edildi. Yeni Anayasa; yeni haklar ve özgürlükler vaat ediyordu. 9 Temmuz 1961’de yapılan referandum da 61 Anayasası %60 evet oyu almıştı.

Yassıada’daki duruşmalar ise devam ediyordu. Divan’ın baskı altında yargılamaları sürdürdüğü iddiaları da dahil olmak üzere ortada pek çok iddia dolaşıyordu. Artık küçük davalar değil daha önemli ve ağır davalar görülmeye başlamıştı. Anayasayı ihlal, örtülü ödenek, 6-7 Eylül olayları türünden davalar görülmeye başlamıştı.

14’lerin sürülmesine rağmen Komitedeki bölünme giderilememişti. Üstelik şimdi bir de Komite dışında, Silahlı kuvvetler içinde Talat Aydemir’in örgütlediği cuntalar oluşmakta ve kararlara müdahale edilmekteydi. Silahlı Kuvvetler Birliği bu şekilde oluşmuştu. Komite artık eski gücünde değildi. Karar alıp uygulama mekanizmaları baskı altındaydı ve bu durum her alanda sıkıntı yaşanabileceğini gösteriyordu. Yassıada’da devam eden davalarda verilen kararların da baskı altında olması muhtemeldi. Hatta seçimin olmaması durumu bile bu baskı yüzünden gündeme gelebilecekti.

İdam Kararları

Artık karar günü gelip çatmıştı. Kararlar okunduğunda Bayar ve Menderes dahil toplam 15 idam vardı. 43 sanık ise ömür boyu hapis ile cezalandırılmıştı. 3 saat sonra idam kararları Ankara’ya getirilmişti. Son sözü Milli Birlik Komitesi söyleyecekti.

Komite bir anda karışmıştı. “Hepsini asalım!” diyenler, “bazılarını asalım!” diyenler ve “hepsini ömür boyu hapse çevirelim” diyenler vardı. Cemal Gürsel kargaşanın son bulması için hemen oylamaya geçmeye karar verdi. “Hepsini ömür boyu hapse mi çevirelim, yoksa infaz olsun mu?” şeklinde komisyona sordu. Bu ilk soruya komite 13’e 9 oyla infaza karar vermişti. Şimdi sıra ikinci sorudaydı. Kimler idam edilecekti? İçeride konuşulanlar bugüne kadar sır olarak kalmıştı. Oylamanın sonucunda ise bazılarının asılacağı kararı alınmıştı ve asılacakların belirlenmesinde mahkeme kararları göz önüne alınacaktı. Divan 15 kişi arasından 4’ünün oy birliği ile idamına karar vermişti. Diğer 11’i hakkında oy birliği yoktu. İşte bu 11 kişinin idam kararı ömür boyu hapse çevrildi. İdam edilecekler ise Bayar, Menderes, Zorlu ve Polatkan’dı. Aynı toplantıda Bayar’ın cezası yaşının 65’i geçmesinden dolayı ömür boyu hapse çevrildi. Toplantı 3 idam kararıyla bitmişti. Haber önce radyolarda sonra da gazetelerde bildirildi.

15 Eylül 1961’de Zorlu ve Polatkan idam edildi. Menderes ise rahatsızlığı sebebiyle henüz idam edilmemişti. İsmet İnönü, Cemal Gürsel ile görüşmeye giderek idamları durdurmasını istemişti fakat Zorlu ve Polatkan’ın idam edildiğini orada öğrenmişti. Hiç olmazsa Menderes’in idam edilmemesini istemişti. Gürsel ise artık kontrolün kendisinde olmadığını ve idamların gerçekleştirildiği İmralı’nın kontrolünün tamamen Silahlı Kuvvetler Birliği’nin denetimindeydi. İsmet İnönü ise bu birliğin yetkili kişilerinden olan Faruk Güventürk’ü aramıştı fakat ulaşamıyordu. Artık bu karar durdurulamayacaktı.

17 Eylül 1961 günü Adnan Menderes İmralı’da idam edilmişti.

Sonuç

Demokrat Parti iktidarı ile 1950-60 yılları arasında Türkiye’de iktidar ve muhalefet yapılanması mecliste geniş anlamda bir faaliyet göstermiştir. Ancak bu demokratik yapılanma devam ettirilememiştir. Bu süreçte fazlasıyla problem ve aksaklıklar yaşanmıştır.  Gerek ekonomik gerek siyasi olarak yapılan yanlış uygulamalar, iktidar-muhalefet gerginlikleri, 1960 askeri darbesi…

Fakat Türkiye tüm bu aksama ve problemlere rağmen çağdaşlaşma ilkelerinden vazgeçmemiş, Atatürk’ün ilkeleri ve Cumhuriyet’in temel amacı doğrultusunda ilerlemeye devam etmiştir.

KAYNAKÇA

Metin Alparslan ‘1938-1960 Siyasi Dönem’ Gaziantep 2016

Demirkırat Belgeseli

+5

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir