Cumhuriyetçi Hukukçular Kulübü

27 Mayıs 1960 – 12 Mart 1971 Arası Türkiye Siyaseti

+2

Ramazan ŞAHİN

Giriş

Demokrasi yolunda 1960’ların sokaklarından önce ihtilalciler geçti sonra zafer şarkılarıyla gençler isyan bayraklarıyla işçiler sağcılar solcular ve yeniden darbeciler. Ülke ihtilalin pençesinde tam 12 yıl geçirdi ve sonunda tüm yollar yine aynı kavşağa çıktı. İşte 1994 yapım İhtilalin Pençesinde Demokrasi adlı belgeselde Araştırmacı gazeteci Mehmet Ali Birand 60’ların Türkiye’sini bu şekilde özetliyordu. 27 Mayıs İhtilalinin hemen bir yıl sonrasına giderek bu dönemin izlerini sürmeye başlayalım sizinle. Öncelik 8 Eylül 1961 tarihine bakmamız gerekiyor. İhtilalci askerlerin başındaki Milli Birlik Komitesi basınla bu tarihte bir mutabakat imzalıyor ve 27 Mayıs’ın getirdiği yenilikleri basın yoluyla da garanti altına alıyordu. Bu mutabakata göre basın MBK’nin kararlarını destekleyecek lehine propagandalar yapacak ve 27 Mayıs ihtilaline karşı bir kamuoyu oluşturulmasının önüne geçilecekti. Tabii bir de idamlar vardı. Bu tarihte Yassıada mahkemesi yargılamaları sonucu eski adıyla Demokrat Partililer ve o günlerde basındaki ismiyle düşüklerden idam cezasına çarptırılan üç isimden ikisi –Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan- çoktan idam edilmişti. Sırada Demirkırat’ın baş süvarisi vardı. Ve nihayet 18 Eylül 1961 günü eski Başvekil Adnan Menderes de idam edildi. Halktan bu olaylara dair o günlerde herhangi bir tepki görmek mümkün değildi aksine özellikle öğrencilerin başını çektiği büyük bir kitle 27 Mayıs’ı bir kurtarıcı gibi selamlıyor orduyla ve askeriyle her fırsatta kucaklaşıyordu. Menderes’in de idamından yaklaşık 27 gün sonra Milli Birlik Komitesi verdiği sözü tuttu ve 15 Ekim 1961 tarihinde yeni bir genel seçime gidildi. Seçimden 1 gün önce artık ihtilalci askerlerin büyük bir kısmı misyonunu tamamladıklarını ve ipleri tekrar sivillerin eline bırakıp gidebileceklerini düşünüyorlardı. 15 Ekim 1961 seçimlerine 4 parti aday olarak girmişti. Bir taraftan İsmet İnönü’nün CHP’si diğer tarafta YTP CKMP ve DP’nin yerine o mirası devralmak üzere yeni kurulan Adalet Partisi (AP). O gün sandıklar açıldığında tüm ülkeyi büyük bir şok bekliyordu. CHP beklenildiği gibi %36 lık oy oranıyla birinci parti olmuştu olmasına ama DP’nin devamı sayılan Ragıp Gümüşpala’nın AP si %35 gibi CHP ye çok çok yakın bir oy oranı almıştı. Sandıktan çıkan bu sonuç ihtilalin neredeyse hiçbir işe yaramadığını halkta aslında görünenden farklı olarak pek de bir karşılık bulamadığını kanıtlar nitelikteydi. Menderesin geceleri beyaz bir atla evliya gibi sokaklarda dolaştığı efsanesi halk arasında yayılıyor. Kitleler yeni Kırat olarak AP’yi görmeye başlıyordu. Tabii AP’nin bu başarısında Kayseri Cezaevindeki Celal Bayar ve 450 DP li arkadaşının gizliden gizliye AP yi işaret etmesi asıl sebepti. Bu sonuçlar ordu içinde bir karşı devrim olarak nitelendiriliyor içinde yeni bir cunta olarak filizlenmeye başlayan Silahlı Kuvvetler adlı bir örgüt 27 Mayıs’ı iyiden iyiye sorgulamaya başlıyordu. Silahlı Kuvvetler adlı  yeni cunta İstanbul’da bütün bu gelişmeler üzerine bir toplantı yaptılar ve tarihe 21 Ekim protokolü olarak geçecek olan o protokolü imzaladılar. Protokolde 3 gün sonra TBMM açılmadan hemen önce 27 Mayıs’ın tasarrufu mahiyetinde bir ihtilal yapılacağına dair başta Faruk Gürler Muhsin Batur gibi birçok isim bu metine imzasını atmıştır. Ardından bu protokol cuntanın Ankara kanadına postalandı. Talat Aydemir ve arkadaşları da hemen protokolü imzaladılar. Yüksek rütbeli generaller hariç birçok paşanın bu protokolde imzası vardı. Fakat tek bir paşayı unutmuşlardı…İsmet Paşayı.

Haber alır almaz İnönü bu ihtilalin sonuna kadar karşısında olduğunu İstanbul cuntasına ve askerlere bildirdi. İsmet İnönü’nün girişimleriyle beraber 23 Ekim 1961 yılında ordunun tüm kademelerinden yetkililerin parti başkanlarının bakanların ve devlet erkanının katılımıyla gerçekleştirilen oturumda ordu ve siviller Cemal Gürsel’in cumhurbaşkanı seçilmesi 27 mayıs sırasında görevlerinden uzaklaştırılan 147 öğretim üyesinin görevlerine geri iade edilmesi ve yine 27 Mayıs sonrası ordudan emekli edilen subayların yani EMİNSU’ların geri dönmemesi konusunda anlaşarak. Bu cuntaların tekrar bir ihtilal denemesinin önüne geçmeye çalıştılar. Cuntaları asıl hareketlendiren konu olan özellikle AP çevresinin ısrarla bastırdığı eski Demokrat Partililere af yasası tartışmalarıysa belli bir süre ertelendi.


27 Mayıs sonrası parlemento açılıyor.

Türkiyede 60 lar demokrasiyle darbe arasında bir ip çekme yarışıydı. İhtilalciler ve siyasiler arasındaki bu yarış gerçekleşirken 1961 yılının 25 Ekim’inde o günlerin gözde deyişiyle 2.Cumhuriyetin parlementosu açılmıştı. Artık MBK tarihe karışmış bir meclis bir de senato vardı. MBK üyeleri ömürleri boyunca daimi senatör ilan edilmişlerdi. Ülke yeniden parlemetosuna kavuşurken en büyük pay orduyla sivillerin bir kez daha uzlaşmasını sağlayan İsmet Paşa’ya aitti. Anlaşıldığı üzere tek aday olan 27 Mayıs’ın başındaki Emekli Orgeneral Cemal Gürsel 434 oy olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 4. Cumhurbaşkanı seçildi. Yalnız o seçim sandığından 156 boş oy da çıkmıştı. Bu Adalet Partlili vekillerin askere karşı gösterebilecekleri imkanlar dahilindeki en iyi tepkiydi. Bu 156 oy AP nin meclisteki potansiyelini herkese ilan ediyordu.  Gürsel’in seçilmesi Cumhurbaşkanlığı makamının seçilmesi için yeni bir geleneği de başlatmış oldu. Artık Generkurmay başkanlığından sonraki makam Çankaya gibi görülüyordu. Köşkün tekrar sivilleşebilmesi için 27 yıl beklemek gerekecekti. Yeni dönemde mecliste Adalet Partisi ve CHP türkiye siyasi tarihinin ilk koalisyon hükümetini kurdular. Artık politikanın düşman kardeşleri yeni döneme sırt sırta gireceklerdi.
1961 in son günü saraçhane başında yapılan büyük işçi mitingi ülkenin yeni bir döneme girmekte olduğunun habercisiydi. Ülke uzun bir kış uykusundan uyanırcasına kıpır kıpırdı. 1961 anayasısının getirdiği özgürlüklerle sivil toplum örgütleri sendikalar kurulmuş kitleler siyasi sahnede sesini daha gür çıkarmaya başlamıştı. O günlerde yeni bir anayasayla gelen bu özgürlüklerin ülkemize bol geldiği fark edildiğinde yine yeni bir demir yumrukla geri alınabileceğini kimse düşünmüyordu.

Af  tartışmaları

İktidarın diğer ortağı AP nihayetinde Demokrat Partililerin tabanına sahipti ve bu taban AP’ye her gittiği yerde Bayar ve arkadaşları için bir şeyler yapmaları konusunda bastırıyordu. Nihayet kendisi de bir eski bir asker olmasına rağmen Ragıp Gümüşpala bu ısrarlara dayanamayıp af yasasını tekrar meclis gündemine taşımak istedi. Bu o dönemin aydınları öğrencileri askerleri ve diğer tüm laik çevreleri tarafından çok büyük öfkeyle karşılandı. Unutuldu sanılan eski kin yeniden gün yüzüne çıkıyordu işte. Taksimde binlerce öğrenci bir araya gelip Atatürk anıtına çelenk bıraktılar. 27 Mayıs şehitlerine saygı duruşunda bulundular ve af aleyhinde sloganlar attılar. 1962 yılının ocak ayında olan bu olaylar ordunun içindeki onlarca cuntaya da cesaret verdi ve yeniden ihtilal hesaplarına başlandı. Özellikle başını Talat Aydemir’in çektiği albaylar cuntası iyiden iyiye kazan kaldırır olmuştu. Bu olaylar üzerine İsmet İnönü başbakan sıfatıyla radyodan halka seslendi. 2 husus konuşmasında dikkat çekiyordu. Birincisi demokrasiye karşı hiçbir hareketin içinde yer almayacağı aksine mücadele edeceği diğeri ise bir takım hınç ve intikam duygularının teşvik edilmesine izin vermeyeceğiydi. Paşa hem AP’ye hem de Cuntacılara gözdağı veriyordu. Ve bunun ardından 2.kozunu da oynadı. Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay İnönü’ye yakın bir isimdi. Sunay’ın başkanlığında genişletilmiş askeri komuta komitesi toplandı. Tüm generaller ve albaylar yine oradaydı. Tarihler 19 ocak 1962 yi göstermekteydi. Bir tarafta Genelkurmay başkanı Sunay ve generaller diğer tarafta ise Talat Aydemir ve albaylar cuntası. Albayların uzlaşmaz tavrına rağmen o günün sonucunda Sunay başbakan İnönü’ye orduya hakim olduklarına dair güvence verdi. Fakat şu teklifte bulunmayı da ihmal etmedi. ‘’Paşam eğer bir takım tehlikeler varsa bunların giderilmesinde siz rol alırsanız ordu bizden çok sizin sözünüze itimat eder.’’ Dedi. İnönü artık kararını vermişti. O sadece Başbakan İnönü değil aslında ve daha çok İsmet Paşaydı. Savaşlar görmüş ordulara kumanda etmişti. Ve şimdi çizmeleri giyme vaktiydi. Harbiye’ye gidecek ve cuntacıları inlerinde vuracaktı. Harbiye planlanan ihtilalin cephaneliğiydi ve o adeta elinde bir meşaleyle oraya dalacaktı. Bu ateşin barutla randevusuydu. O gün geldiğinde paşa Harbiye’ye gitti. Amacı hem askerlerle daha yakından temas kurmak hem de nerede bir ihtilal lafı geçse bunun ardındaki isim olan ateşli genç albay Talat Aydemir’i daha yakından tanımaktı. Askerleri teftiş etmek istedi işte tam o sırada beklenmedik bir şey oldu 3.sıradan bir genç İnönü’nün ayakları dibine yığılıverdi. Yığılan asker tıpkı İsmet İnönü gibi Malatyalı bir er başıydı. Paşayı görünce daha fazla dayanamamış heyecanından bayılmıştı. Bu durum Albay Talat Aydemir’e İnönü konusunda daha temkinli davranması gerektiğini idrak ettirmişti. Harbiye çıkarmasından muzaffer dönen Başbakan İnönü çok geçmeden 2.planını devreye soktu. Plana göre albaylar cuntasındaki belirli isimler farklı yerlere atanacak ellerinin altındaki bölüklerden mahrum bırakılarak pasifize edilecekti. Nihayetinde onların gücü rütbelerinden değil emirleri altındaki erlerinden gelmekteydi. 21 Şubat 1962 atamaların tarihiydi. O gün öğle vakitlerinde Aydemir tevkif edileceğini bir gazeteci aracılığıyla öğrendi. Hemen İstanbul cuntası başındaki binbaşı ve İstanbul Valisi Refik Tulga’yı aradı. Refik Tulga 1.ordunun ona destek vermeyeceğini ve bu işten vazgeçmesini tek başına olduğunu söyleyince Talat Aydemir için yalnızca 2 seçenek vardı ya teslim olacaktı ya da elindeki kalan tek şey olan harp okuluyla ölümüne ihtilali deneyecekti. O ikinciyi tercih etti.

22 Şubat 1962 günü harp okulunda Talat Aydemir ve öğrencileri düğmeye bastılar. Talat Aydemir’in askeri gücü genelkurmay ve hükümetin tahmin ettiğinden çok daha fazlaydı. Meclisi koruması için Polatlı ve Kırşehir’den çağırılan birliklerde bir süre sonra Talat Aydemir’in emrine girdiğini açıkladılar. Başkent düşmek üzereydi…
Tüm bunlar olurken diğer tarafta Başbakan İsmet İnönü Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tüm parti liderleri ve Genelkurmay Çankaya köşkünde toplanmıştı. Kime güvenip kime güvenemeyeceklerini bilmiyorlardı. Partilerin müşterek bir bildiri yayınlamasını ve darbe girimine karşı olduklarını akşam 19.00 radyo yayınında ilan etmesini kararlaştırdılar. Ekrem Alican adlı YTP Genel Başkanı köşkte diğer liderlere Talat Aydemir’in abisinin kayınbiraderi olduğunu ve gerekirse onunla konuşmak için harp okuluna gidebileceğini orada bulunanlara teklif etti. Gitmesi kararlaştırıldıktan sonra İsmet Paşa Ekrem Alican’a söyle onlara ‘’Eğer bu işten kan dökülmeden cayarlarsa yarın hepsini emekli edeceğim ama hiçbirini Divan-ı Harbe vermeyeceğim’’ dedi. Mesajı iletmek üzere Alican yola koyuldu. Bu sırada Cumhurbaşkanlığı muhafız alayı nöbet değiştirmişti. Köşkü korumakla görevli alayın komutası Talat Aydemir’in en yakın dava arkadaşı olan Süvari binbaşı Fethi Gürcan’a geçmişti. Köşk şimdi fiilen isyancıların eline geçmişti. Tabii yalnızca köşk değil tüm devlet erkanı da. Fethi Gürcan heyecanla Talat Aydemir’i aradı ve müjdeyi verdi. ‘’Albayım şu an Gürsel , İnönü saray ve tüm devlet erkanı içeride köşkü sardım işlerini bitireyim mi ?’’ dedi. Artık tüm devletin kaderi Harbiyedeki hiddetli bir Albayın iki dudağının arasındaydı. İşte Aydemir hayatının hatasını orada yaptı. ‘’Bırak gitsinler benim onlarla işim yok’’ dedi. Çok kan döküleceğini düşünüp buna cesaret edememişti. Bedelini hayatıyla ödeyecekti. İsmet İnönü hızla köşkten ayrılırken komutanlarının kulağında fısıldadı. ‘’ İşte şimdi partiyi kaybettiler.’’ Eski CHP milletvekili Ali İhsan Göğüş ertesi gün İsmet İnönü’nün ona söylediklerini şöyle anlatıyor. ‘’Paşam tek bir şey merak ediyorum Talat niçin başaramadı da siz başardınız ?’’ diye sordum. Cevabı kısa ve netti.’’ Ben ölmeyi göze almıştım Talat ise öldürmeyi göze alamadı inanç inançsızlığı her zaman mağlup eder’’ dedi. Köşkten ayrılan İsmet Paşa ve generaller güvenebilecekleri tek yer olan hava kuvvetleri karargahına geçtiler. İki tarafta artık mevzilenmişti. Kozlar geceleyin paylaşılacaktı. Saatler 19.00 ı gösterdiğinde önce CB Gürsel radyoda isyanın devlet karşıtı olduğuna dair konuşmasını yaptı artından Genel Kurmay Başkanı Sunay emir komuta zincirinde olmadığını orduya karşı da bir isyan girişimi olduğunu söyledi. Birazdan başbakan İnönü halka seslenecek dendikten sonra bir anda radyonun sesi kesiliverdi. Başta Ayten sokaktaki evindeki ailesi olmak üzere tüm Türkiye korku içindeydi. Paşaya acaba bir şey mi olmuştu ? Esir mi alınmıştı yoksa öldürülmüş müydü ? Başkent ve tüm ülke sessizliğe gömülmüştü. Çok geçmeden bunun sebebi anlaşıldı. Harbiyeliler Etimesgut’taki radyo vericisini basmışlar ve vericiyi kapatmışlardı.

Diğer tarafta Ekrem Alican 4 saat süren harp okulu görüşmesini bitirmiş Genelkurmaya Aydemir’in isteklerini iletmek üzere dönüyordu. 4 saatlik pazarlığın sonunda Aydemir’in 2 isteği vardı. Birincisi Sunay’ın atamaları uygulanacak fakat Albaylar gidecekleri yerlere kendi karar verecekti. İkincisi ise kendisi harp okulunun başında olmaya devam edecekti. Alican’ın Genelkurmaya getirdiği mesaj herkesi rahatlatmıştı. Şimdi bu tehlikeli satranç oyununda hamle sırası İnönü’deydi. CHP’li eski mv Ali İhsan Göğüş şunları söylüyor. ‘’O gün genelkurmayda generaller söylemiyordu ama kendi iç dünyalarında bu son teklife yakındılar yani Talat kalsın diğerleri gitsin. İsmet Paşa bunu sezdiği anda şu şekilde adeta kükredi. Abdurrahman Doruk’a TALAT GENELKURMAY BAŞKANI OLSUN SEN DE ONUN YARDIMCISI OLURSUN (!) Hayır efendim olmaz öyle şey hepsini birden emekli edeceğiz. ‘’ İşte bu Garp Cephesi komutanının silkiniş anıydı. Paşa genelkurmaydaki şaşkınlık ve yılgınlığı görmüş duruma el koymuştu. Artık çizmelerini giyip  başa geçme zamanıydı. Paşa kükredi. ‘’Bu nasıl iş ? 10 tane çapulcu devleti ve bizi teslim alacak ha gerekirse ben tek başıma üstlerine giderim öldürebiliyorlarsa öldürürler. Eğer kan dökülmesi gerekiyorsa dökülecektir hem de olukla.’’
Bu şok tedavisiydi. Genelkurmay Karargahı hafif sallandı ve dirildi. Paşa son emrini verdi. Bu bina son adama kadar savunulacak. Paşanın genelkurmaydan ayrılırkenki son sözleri bunlardı. Başkomutan son sözünü söylemiş ve orduyu kazanmıştı. Peki ne olmuştu da İnönü kan akıtması muhtemel bir ihtilalciye şah demişti ? 23 Şubat günü bu olayla alakalı olarak bir dostuna şunları söyleyecekti. ‘’Bir ihtilalci müzakereye girdiği andan itibaren kaybetmiştir. Kendi kafasında karmaşaya düşmüştür. Kendi kafasında karmaşaya düşen bir lider sağlam karar veremez. Bu onun saat saat şartları değiştirmesinde zayıfladığını hissettim zayıfladığını hissettiğim anda benim için bitmişti. ‘’ İnönü rakibinin yüzünden elindeki kartları anlamıştı. Şimdi o ünlü bekle gör taktiğini uygulayacak Aydemirin kendi kendini tüketmesini bekleyecekti. Gözler Harbiye’deydi. Aydemir İnönü’nü son teklifi de reddetmesinin ardından köşeye sıkışmıştı. İnönü yargılanmayacağıma dair yazılı bir tebligat versin duralım dedi. Nihayet İnönü bunu kabul etti. Ve tüm isyancı komutanları emekli edip Divan-ı Harbe de vermedi. Diğer gün Paşa mecliste muzaffer bir komutan gibi tüm partiler tarafından ayakta alkışlanmış Cumhuriyet tarihinin en büyük isyan girişimini kimsenin burnu bile kanamadan durdurmuştu. Fakat Aydemir pes etmeyecekti 1 yıl sonra bu kez bir mayıs günü bir ihtilal girişiminde daha bulunacak bu kez en başta kendi canı olmak üzere birçok cana mal olacaktı.

22 Şubat 1962 isyanından sonra mecliste Talat Aydemir ve arkadaşlarına af meselesi tartışılırken koalisyonun diğer ortağı AP yeniden bastırdı. Aydemir affedilecekse Kayseri’deki 450 eski DP li de affedilmeliydi. Hem Aydemir ve arkadaşları hem de o dönemin tabiriyle düşüklerden az ceza alanlar affedildi. Bu tekrar henüz kabuk bağlamamış yaraların deşilmesine sebep oldu. İstanbul’da yeniden öğrenci olayları yaşanmaya başladı. Bu olayların orduya yansıması da tabii ki gecikmedi. TSK içinde yeniden irili ufaklı onlarca cunta oluşturuldu. Lakin hala en güçlü cunta Talat Aydemir’in izinden giden yeni albaylar cuntasıydı. Talat Aydemir bir sivil olmasına rağmen özellikle yön dergisi ve Doğan Avcıoğlu gibi gazetecilerden bazı iş adamlarından bazı öğrenci grupları ve yine bazı harp okulu askerlerinden aldığı destekle 20 Mayıs 1963 de bir darbe girişimde daha bulundu. Ve yine Başbakan İnönü’nün girişimleriyle durdurulduktan sonra yakın dava arkadaşı süvari binbaşı Fethi Gürcan’la beraber 5 temmuz 1964’te Ankara Mamak cezaevinde asılarak idam edildi.

Ülkede olaylar yeniden yatışmışken ve ordu eskiye nazaran daha durgun daha sakin bir haldeyken tam olarak demokrasi yeniden emeklemeye başlamışken bu kez Atlantik ötesinden duyulan bir ses bu derin sessizliği bozdu tarihler 27 kasım 1963 ü gösterdiğinde ABD’nin genç başkanı Kennedy suikasta uğramış ve orada ölmüştü. İnönü suikasttan birkaç gün sonra apar topar Washington’a gitti. Kennedy’nin cenaze törenine katıldı ve yeni ABD lideri Reagan’la yeni dönem ABD-Türkiye ikili ilişkilerini tartışmak üzere randevu saatini beklemeye koyuldu. Tam bu sırada Ankara’dan yeni bir haber geldi. 2.İnönü hükümetinin koalisyon ortakları YTP ve CKMP koalisyondan çekilmiş ve İnönü’nün hükümetini devirmişti. Bu tam manasıyla bir siyasi suikasttı. Artık İsmet İnönü ABD’de başbakan sıfatıyla görüşmeyi gerçekleştiremeyecekti. Durumu ABD’li bürokratlara açıkladılar. Reagan İsmet Paşa gibi büyük bir devlet adamıyla görüşmek için resmi sıfatlara ihtiyacımızı yok diyerek yine de İsmet İnönü’yle bir görüşme gerçekleştirdi. Paşa ilk kez gittiği ABD den hem öfkeli hem de memnun bir biçimde ülkeye dönecekti.

1964 yılı geldiğinde İnönü hükümeti bu kez bağımsız birkaç milletvekiliyle beraber bir azınlık hükümeti kurdular. Bu İsmet İnönü’nün son iktidarı olacaktı. 22 Şubat 1964 günü gerici bir suikast girişimini kıl payı atlatan İsmet İnönü için sıkıntılı günler daha yeni başlıyordu.

1964 baharı geldiğinde bu kez Kıbrıs olayları patlak verdi. Rum kesimi adadaki Türklere karşı iyiden iyiye zulme başlamıştı. Bu olayları gören öğrenciler aydınlar gazeteciler haberler yapıyor toplumu örgütlüyor hükümeti sessiz kalmaması için göreve davet ediyor mitingler düzenliyordu. Ülke uzun zamandan bu yana ilk defa bir konuda ortak düşünüyordu. Kıbrıs’a çare bulunmalıydı. Başbakan İnönü’nü öncelikle Generallerle konuştu. Kıbrıs’a bir çıkarma yapılabilir miydi ? Ordunun gücü ve techizatı ne kadardı ? cevap hiç hoşuna gitmedi Türk Ordusu o dönemin şartlarıyla adaya çıkarma yapsa bile çok can kaybı yaşardı teçhizatı yeterli değildi. Başarılı bir operasyon için yıllara ihtiyacı vardı. İnönü bunlar üzerine elindeki tek kozu oynadı. Rumların işgalini kendileri durduramıyorsa NATO durdurmalıydı. Ve şu ünlü demecini verdi. ‘’Kıbrıs’taki azınlık ezilmeye devam ederse ve müttefiklerin NATO’ya olan inancı kırılırsa yeni bir dünya düzeni kurulur ve Türkiye de bu yeni dünya düzeninde kendine göre bir yer bulacaktır’’ Paşa’nın bahsettiği bu yeni dünya düzeni Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğiydi. Amerika böyle bir stratejik müttefiki kaybetmeyi göze alamayıp Kıbrıs meselesini daha sonra görüşülmek üzere geçici bir çözüme kavuşturdu. Paşanın blöfü tutmuştu. Fakat sonraki yıllarda bu mesele Türkiye’nin Bülent Ecevit liderliğinde Kıbrıs Barış Harekatını 1974 yılında gerçekleştirinceye dek kanamaya devam edecekti.

6 Haziran 1964 yılında Adalet Partisi Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala öldü. Yerine Süleyman Demirel geldi. 13 Şubat 1965 günü meclisteki bütçe oylamasında son İnönü azınlık hükümeti de AP lilerin oylarıyla düşürüldü. Artık Demokraside İnönü, Bayar, Gümüşpala gibi istiklal savaşı kahramanlarının dönemi sona eriyor onlar birer tarihi şahsiyet olarak tarih sahnesindeki yerlerini alıyorlardı. Siyasi yaşamdaki rolleri içinse sıra Cumhuriyet kuşağındaydı. Yeni AP lideri Süleyman Demirel bu kuşağın ilk temsilcisiydi. Bayrağı o devralacak ve kıratı bu kez o sürecekti.

1965 seçimlerine gidilirken İsmet Paşa’nın CHP’nin siyasi yelpazedeki yeri neresidir sorusuna elbette ortanın bir tık solundadır şeklinde cevap vermesi sağ partiler için vazgeçilmez bir suistimal aracıydı. AP ve CKMP liderleri meydanlarda CHP’nin solcu olduğunu kabul ettiğini söylüyor. ‘’Ortanın Solu Moskova’nın Yolu’’ diyerek propaganda üstüne propaganda yapıyorlardı. İsmet Paşa ise gittiği her yerde ortanın solunun komünizm olmadığını anlatmaya çalışıyordu. Seçim günü gelip çattığında sandıklar yine herkesi şaşırttı. Çiçeği burnunda lideriyle AP %52’lik oy almış CHP ise tarihinde ilk defa %30’ların altında düşerek %28 oy almıştı. AP tek başına iktidar Demirel ise başbakan olmuştu. Ve o seçimlerde ilk defa bir sosyalist parti meclise girmiş 4 yıl boyunca az kişiyle ama gür sesle muhalefet yapacak olan Türkiye İşçi Partisi ise %3 oy almıştır. İsmet İnönü’ye göre seçimin kaybedilmesinin yegane sorumlusu ortanın solu sloganıydı ve bir an önce terk edilmeliydi. Fakat Parti içerisinde Bülent Ecevit’in liderlik ettiği bir grup bu ortanın solu sloganına sıkı sıkıya bağlanmıştı ve bir gün bu ortanın solu hareketi 70 li yılların orasında Ecevit’e İnönü’den sonra parti başkanlığı ve ardından iktidarı getirecekti fakat bu hadiseler bizim yazımızdan sonra bahsedilecektir.

Cemal Paşa’nın Ölümü

27 Mayısın efsane Orgeneralı Cemal Gürsel 1966 baharında hayata gözlerini yumdu. İhtilal onun gibi kudretli devasa bir adamı bile çökertmiş adeta yıllar geçtikçe iyiden iyiye küçülmüştü. 38 doktorun imzalı raporuyla -ki 27 Mayıs’ın Milli Birlik Komitesi de 38 kişiden oluşmaktaydı- bitkisel hayata girdği tescillendi. Demirel iktidarının ilk aylarında yeni Cumhurbaşkanlığı seçimiyle uğraşmak zorundaydı. AP nin içinden sivil bir adayı başa getirmek isteyen bir güruh olsa da Demirel eğer orduyu rahatsız edebilecek bir aday köşke çıkarsa işlerin karışacağının farkındaydı. AP-CHP ve diğer partilerin ortak kararıyla Genel Kurmay Başkanı Cevdet Sunay görevinden apar topar emekli edildikten sonra Türkiye’nin 5. Cumhurbaşkanı seçildi. AP iktidarı bu sorunu da çözdükten sonra ekonomik yatırımlar yapmaya başladı her yerde yeni inşaatlar açılıyor boğaz köprüsü projesi gündeme geliyor yollar köylere elektrik derken ülkenin yaşam standardı iyiyden iyiye artıyordu. 2. Beş yıllık kalkınma planınıda devreye sokan Demirel liderlerliğinde ülke ve tüm dünya adım adım 1968’e yol alıyordu

1968 kuşağı ve öğrenci olayları

1968 tarihin fazla mesai yaptığı yıldı. Dünya 50’lerin soğuk kış uykusundan 68 baharında uyandı ve geçmiş o yıl gelecekten ayrıldı. Almanya da başlayan bir deprem önce Paris’e oradan da tüm Avrupa’ya yayıldı. Sokaktaki bu devrimin motoru gençlerdi onlar ikinci dünya savaşı sonrası cepheden dönen askerlerin çocuklarıydı. Yeni bir entelektüel bilinçle yetişmişlerdi ama kendilerine sunulan dünya vaat edilenden oldukça farklıydı. Ve bu yeni dünyanın patronu Amerika Vietnam da çirkin yüzünü göstermişti.

Türkiye’deki yansımaları

Kanlı Pazar, 16 Şubat 1969 tarihinde İstanbul Beyazıt meydanında ABD’nin 6. Filo’sunu protesto etmek için 76 gençlik örgütünün toplandığı sırada meydana gelen olaylardır. Gösteri için valilikten izin alınmıştır. Gösteri yapılmadan önceki günlerde Komünizmle Mücadele Derneği uyarılarda bulunarak halkı tepkiye çağırdı. O gün, diğer bir grup da Beyazıt meydanında taşlı sopalı beklemeye koyuldular. İki grup meydanda karşılaştı. Olaylar sırasında Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan adlı gençler bıçaklanarak öldürüldü.

Milli Demokratik Devrim

Millî Demokratik Devrim, 1960’ların ikinci yarısında Türkiye İşçi Partisi (TİP) içindeki bölünmenin yönlerinden biridir. Özellikle Mehmet Ali Aybar’ın liderliğindeki TİP çevresi, “Millî Demokratik Devrim” ile “Sosyalist Devrim”i birbirinden ayrılamaz olduğunu savunup doğrudan bir sosyalist devrimi tercih ederken, Mihri Belli’nin kavramlaştırdığı Millî Demokratik Devrim ise Türkiye’ye daha uygun bir devrim olarak ikinci bir grup tarafından tercih edilmiştir. Bu gruptakilere göre devrim, aynen Sovyetler Birliği’nde 1917 yılında olduğu gibi iki aşamalı olmalıdır. Önce Millî Demokratik Devrim “askeri darbe” şeklinde “genç subayların” önderliğinde gerçekleşecek sonra da “proleter devrim” şiddete dayanmadan kesintisiz bir şekilde işçi sınıfının hakimiyetini kuracaktır.

1969 Genel Seçimleri

Bu genel seçim ile TBMM 14.dönem milletvekilleri seçilmiştir. Bu seçime göre Adalet Partisi aldığı %46.55’lik oyla meclise 256 milletvekili gönderip iktidar partisi, Süleyman Demirel ise başbakan olmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi ise meclise gönderdiği 143 milletvekiliyle ana muhalefet partisi olmuştur.

15-16 Haziran Olayları

1970’te, çalışma yaşamını ve temel sendikalar mevzuatını düzenleyen 274 sayılı İş Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasası’nda değişiklik yapan tasarı, Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin işbirliğiyle önce Millet Meclisi ardından Senato’dan geçirildi. Yapılan değişiklik, işçilerin sendika seçme özgürlüğünü önemli ölçüde kısıtlamakta, sendika değiştirmeyi güçleştirmekteydi. Yasa taslağı 11 Haziran 1970’te cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın onaylamasıyla yürürlüğe girdi.Kanunlaşan tasarı esas olarak Türk-İş’ten DİSK’e işçi akışını önlemeyi amaçlamaktaydı. DİSK ve bağlı sendikalar yeni yasaya tepki gösterdiler. Türkiye İşçi Partisi ise söz konusu yasa değişikliklerini Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğini açıkladı ve iptal davası açtı.DİSK’li sendikacıların ve yöneticilerin tepkileri, 15 Haziran 1970 sabahı, İstanbul’un belli başlı merkezlerine doğru yürüyüşe geçmeleriyle yeni bir evreye girdi.Gösterilere pek çok fabrikadan 75.000 dolaylarında işçi katıldı. Gösterilen tepki esas olarak DİSK üyesi işçilerden geldiği halde, yürüyüşlere çok sayıda Türk-İş işçisi de toplu halde katıldı. Olayların birinci günü akşamı Bakanlar Kurulu 60 günlük bir sıkıyönetim ilan etti. DİSK ve bağlı sendikaların yöneticilerinin pek çoğu sıkıyönetim mahkemelerince tutuklandılar ve yargılandılar. Kadıköy’de meydana gelen olaylarda 2 işçi, 1 polis ve 1 esnaf yaşamını yitirdi. 16 Haziran’da Ankara, Adana, Bursa ve İzmir’de de küçük çaplı olaylar yaşandı.

Öğrenci Olayları

Siyasi krizler ve işçi sendikaları tarafından gerçekleştirilen eylemlerin yanı sıra hükümetin üstesinden gelmesi gereken bir başka durum da üniversitelerdeki öğrenci olaylarıydı. Sol’un bir nevi yükselişe geçtiği yıllardı.  Üniversiteliler,  hükümeti politikaları nedeniyle ağır bir şekilde eleştiriyorlar ve Türkiye’yi Amerikan bağımlılığından kurtaracaklarını iddia ediyorlardı. Fakat bu durum üniversiteleri bir nevi çatışma merkezi haline getiriyordu çünkü karşıt görüşlü gruplar pek çok zaman karşı karşıya geliyorlar ve olaylar çıkıyordu. İngiliz Büyükelçiliği de bu duruma dikkat çekmiş ve üniversitelerin içinde bulunduğu bu durumun askerlerin ülkeye müdahalesine zemin hazırladığı yönünde bir değerlendirmede bulunmuştu. Dört Amerikan askerinin kaçırılması da durumun ciddiyetini ortaya koyması açısından belirtilmiştir. Deniz Gezmiş ve arkadaşları tarafından kaçırılan bu dört asker daha sonra serbest bırakılmışlarsa da 12 Mart muhtırasından kısa süre önce meydana gelen bu olay ülke gündemini oldukça meşgul etmiştir.

9 Mart 1971 Darbe Teşebbüsü

Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından emir-komuta zinciri içerisinde 12 Mart muhtırası verilmemiş olsaydı, TSK içinde kurulmuş olan ve başında Emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu’nun bulunduğu gizli askeri cunta fiilen 9 Mart 1971 tarihinde darbe yapacaktı.Cunta içine sızmış ve önemli görevler üstlenmiş olan Mahir Kaynak vasıtası ile darbe önceden haber alınmış ve darbeye adı karışan ve Orgeneral rütbesiniden daha kıdemsiz olanlar re’sen emekliye sevkedilmişlerdir..12 Mart 1971 darbesine giden süreçte Doğan Avcıoğlu’nun çıkardığı Devrim gazetesi etrafında toplanan ve içlerinde 27 Mayıs Darbesini yapan Millî Birlik Komitesi’nin gerçek lideri  Emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu’nunda bulunduğu “Millî Demokratik Devrimciler”, o dönemin siyasi partilerinin demokrasi anlayışının bir oyalamaca olduğunu ileri sürerek ulusçu-devrimci yöntem olarak ifade edilen ilkeler doğrultusunda parlamento dışı muhalefeti savunuyorlardı. Devrim gazetesinin genel yayın yönetmeni Hasan Cemal çok sonraları anılarını anlattığı Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim adlı kitabında o zamanki maksatlarının “ulusalcı” subayları ikna ederek onlarla birlikte bir “Millî Demokratik Devrim” darbesi yapmak olduğunu yazdı.Nitekim 9 Mart 1971 tarihinde planlanan darbe, içlerinde Mahir Kaynak ve Mehmet Eymür’ün de bulunduğu Millî İstihbarat Teşkilatı mensuplarının durumu Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve 1. Ordu Komutanı Faik Türün’e haber vermesiyle akamete uğratıldı.

Muhtıra

12 Mart Muhtırası’nı veren Orgeneral Memduh Tağmaç, Orgeneral rütbesindekiler hariç bu 9 Mart 1971 Millî Demokratik Devrimine adı karışan başta Tümgeneral Celil Gürkan olmak üzere tüm subayları re’sen emekliye sevk etti. 1. Ordu Komutanı Faik Türün de bu darbeye adı karışan tüm Devrim yazarlarını Ziverbey Köşkünde Millî İstihbarat Teşkilatı vasıtasıyla sorguya çekti. Bu sorgularda Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un da 9 Mart darbesine önce destek verdikleri, fakat sonra istihbarat bilgileri Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’a ulaşınca desteklerini geri çektikleri ortaya çıktı. Darbe, 1971 yılında 12 Mart günü saat 13:00’da TRT radyolarından okunan aşağıdaki muhtıra ile ilan edilmiştir: “Parlamento ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasasının öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür. “‘Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu’nun imzasını taşıyan muhtıra 12 Mart Muhtırası şu maddelerden oluştu: Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür. Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir. Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize…


Reform Hükümeti

Ordu, 12 Mart 1971’de bir muhtıra verdi. Parlamento fesh edilmedi, partiler kapatılmadı, Anayasa askıya alınmadı. Ama koşullar çok değişmişti. Askerler bir teknokrat hükümeti istiyorlardı. Eğer böyle bir tarafsız başbakan Meclis içinden çıkar da güvenoyu alırsa, sorun kalmazdı. Bunun için tarafsız bir milletvekili aranmaya başlandı. CHP Kocaeli milletvekili Nihat Erim ismi üzerinde anlaşıldı. 26 Mart günü CHP’den istifa etti. Böylece artık bağımsız başbakan olan Erim “partiler üstü reform hükümeti”ni kurdu.

Balyoz Harekatı

İsrail Başkonsolosu’nun Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi militanları tarafından kaçırılıp öldürülmesinden sonra İstanbul’da 12 Mart döneminde sol görüşlü yasak yayınların toplanması için ilan edilen sokağa çıkma yasağı ve tutuklamalar zinciridir. Sonucunda TİP ve DİSK kapatılmıştır.

Kaynakça :

^İhtilalin Pençesinde Demokrasi Belgeseli Mehmet Ali Birand Can Dündar 1994

^ http://www.milliyet.com.tr/Default.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID=525600&AuthorID=63&Date=09.05.2008&ver=60

^ http://www.evrensel.net/haber.php?haber_id=25429

^ http://blog.milliyet.com.tr/yazi-dizisi–40–yilinda-tum-ayrintilari-ile-12-mart-muhtirasi-1/Blog/?BlogNo=294659

^ a b http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=247715

^ http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/secim_sorgu.secimdeki_partiler?p_secim_yili=1969

^ http://www.ensonhaber.com/12-mart-muhtirasi-nedir-2012-03-27.html

^ http://www.belgeler.com/blg/2gal/12-mart-muhtirasi

^ http://www.1001masal.com/node/416

^ Yasin Coşkun “12 Mart 1971 Muhtırasının İngiliz Arşiv Belgelerindeki Yansıması”.

^ http://blog.milliyet.com.tr/yazi-dizisi–40–yilinda-tum-ayrintilari-ile-12-mart-muhtirasi-3/Blog/?BlogNo=294982

^ http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=6251

^http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/barlas/2009/10/29/komuta_kademesinin_belgeden_haberi_olmasa_bari

^ http://www.milliyet.com.tr/Default.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID=509167&AuthorID=63&Date=25.03.2008&ver=66

^ http://www.stargazete.com/gazete/yazar/mahir-kaynak/balyoz-plani-239852.htm

^ http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=247708

^ http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=6501 ^ http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/secim_sorgu.secimdeki_partiler?p_secim_yili=1973

+2

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir