Zeynep Betül ÇELİK & Yasin ERZURUM
4320 Sayılı Kanun ve Opuz Kararı
6284 sayılı Kanunun öneminden ve sağladığı korumalardan bahsetmeden önce, kanunun kabul edilme sürecine de değinmekte fayda görüyoruz. 17 Ocak 1998 tarihinde 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun yürürlüğe girene dek aile içi şiddet ya da daha açıkça belirtmek gerekirse kadına karşı şiddet ülkemizde aile içi bir mesele olarak addedilmekte ve bu sorunların aile içinde çözülmesi gerektiği Türk toplumunda yaygın bir düşünce olarak kabul görmekteydi.
Ancak 4320 sayılı Kanunun etkili olamamasının ve Türkiye’nin Avrupa Birliği uyum sürecinin bir sonucu olarak 2007 yılında bu kanunda bazı değişikliklere gidilmiş ve kanunun daha etkili bir koruma sağlaması adına adım atılmıştır.
Ancak ne var ki 4320 sayılı Kanunun değişikliklere rağmen istenen korumaları ve etkili mekanizmaları geliştiremediği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 09.09.2009 tarihli Opuz v. Türkiye kararıyla beraber kesinlik kazanmıştır. Söz konusu karardan kısaca bahsetmek gerekirse; başvuran Nahide Opuz, 1995-1999 yılları arasında eşi H.O.’nun ihlal edici ve tehdit edici davranışlarına ilişkin olarak resmi makamlara 4 kez ihbarda bulunmuş, H.O. tarafından 2001 yılında 7 kez bıçaklanmış ve arabayla ezme saldırısına maruz kalmış, 2002 yılında H.O. tarafından silahlı saldırıya uğramış ve saldırı sonucunda annesi ölmüştür. 2008 yılında yaşam boyu hapisle yargılanan H.O. temyiz sürecinde serbest kalmış ve Nahide Opuz resmi makamlara H.O. hakkında şikayette bulunarak yeniden tehditlerine maruz kaldığı eski eşinden korunma talep etmiştir.
2002 yılında Strazburg Mahkemesi’ne yapılan başvuru sonucunda; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. (yaşam hakkı), 3. (işkence yasağı) ve 14. (ayrımcılık yasağı) maddelerinin ihlal edildiğine oybirliğiyle karar verilmiş ve Türkiye Cumhuriyeti tazminata mahkum edilmiştir. Bu karar ile beraber Türk Devleti, AİHM tarafından vatandaşını aile içi şiddete karşı koruyamadığı gerekçesiyle mahkum edilen ilk devlet olmuştur.
6284’ün Yasama Süreci
Artan kadın cinayetlerinin ve yukarıda bahsettiğimiz Opuz kararının da etkisiyle, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının önderliğinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilgili komisyonları ve 237 kadın örgütüyle beraber Şiddete Son Kadın Platformu oluşturulmuş ve yeni bir kanun yapımı sürecine girilmiştir. Kanunun hazırlanış sürecinde feminist hukukçuların ve bilim çevrelerinin de görüşlerine başvurularak konsensus sağlanmaya çalışılmıştır. Sonuç olarak tasarı 8 Mart 2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçmiş ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kabul edilmiştir.
Önemle belirtmek gerekir ki 6284 sayılı kanun, 2011 yılında imzalanıp 2012 yılında onaylanan ve 2014 yılında yürürlüğe giren Kadınlara Yönelik şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (tam metin kararın alt kısmındaki ektedir) ya da daha çok bilinen adıyla ‘İstanbul Sözleşmesi’nden ayrı olarak düşünülemez. Zira hem 6284 sayılı kanun hem de İstanbul Sözleşmesi aynı çalışmaların sonucu ve kazanımıdır.
Amaç, Kapsam ve İlkeler
Amaç, kapsam ve temel ilkeler başlıklı 1/2(a) maddesinde de açıkça belirtildiği üzere, kanunun uygulanmasında İstanbul Sözleşmesi’ndeki temel ilkelere uyulacaktır.
Bazı kadın hareketleri tarafından kadınların can simidi olarak da adlandırılan 6284 Sayılı Kanunun önemini ise ancak kanunu daha yakından inceleyerek anlayabiliriz.
Amaç (M.1)
Kanunun amacı Madde 1’de öngörülmüştür. Buna göre amaç; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir . Bu maddeden anlaşıldığı üzere kanundan yararlanmak için şiddete uğramış veya uğrama tehlikesi içinde olmak yeterlidir. Kanundan, bu tehlike içindeki vatandaş veya yabancı; kadın çocuk, erkek veya eşcinsel herkes yararlanabilecektir.
Ev İçi Şiddet Nedir? (M. 2)
Kanunun 2. Maddesinde şiddet, ev içi şiddet ve kadına yönelik şiddet tanımları yapılmıştır. Ev içi şiddet; şiddet mağduru ve şiddet uygulayanla aynı haneyi paylaşmasa da aile veya hanede ya da aile mensubu sayılan diğer kişiler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet olarak tanımlanmıştır. Görüldüğü üzere ev içi şiddetin kapsamı ‘aile içi şiddet’ denilerek geleneksel aile tanımına indirgenmemiş ve kapsam daha geniş tutulmuştur. Böylece herkes, evli veya birlikte yaşayan fark etmeksizin, korumalardan faydalanabilecektir. Örneğin; 2010 yılında boşandığı erkek tarafından şiddet gören Ayşe Paşalı öldürülmeden önce koruma talep etmiş fakat dönemin 4320 Sayılı Koruma Kanunu koruma için resmi evlilik şartı aradığı için talebi reddedilmişti. Bu düzenlemenin önemi Ayşe Paşalı örneğinde de net bir şekilde gözükmektedir.
Kanunun Öngördüğü Tedbirler (M. 3)
Kanunun ikinci kısmında ise koruyucu ve önleyici tedbirler öngörülmüştür. Koruyucu tedbir kararları mülki amir ve hâkim tarafından, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kolluk kuvvetleri tarafından da verilebilecektir. Önleyici tedbir kararları ise yalnızca hâkim tarafından verilebilecektir.
Mülki amir tarafından verilebilecek olan koruyucu tedbirler;
- şiddet mağduruna ve çocuklarına uygun barınma yeri sağlanması (m.3/a)
- geçici maddi yardım sağlanması (m.3/b)
- psikolojik mesleki ve hukuki ve sosyal alanlarda danışma hizmeti sağlanması (m.3/c)
- hayati tehlike bulunması halinde ilgilinin talebi üzerine veya resen geçici koruma altına alınması (m.3/ç)
- gerekli olması halinde korunan kişinin çocuklarına kreş imkanı sağlanması (m.3/d)
olarak öngörülmüştür. Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde (a) ve (ç) bentlerinde yer alan tedbirler, ilgili kolluk amirlerince de alınabilecektir.
Hakim tarafından verilebilecek olan koruyucu tedbir kararları ise;
- işyerinin değiştirilmesi (m.4/a),
- ayrı yerleşim yeri belirlenmesi (m.4/b),
- tapu kütüğüne aile konutu şerhi konulması (m.4/c),
- kimlik ve diğer bilgi ve belgelerin değiştirilmesi (m.4/d)
olarak dört bentte sayılmıştır.
Önleyici tedbir kararları kural olarak hakim tarafından şiddet uygulayan kişiye yönelik olarak verilecektir. Önleyici tedbirler;
- şiddet mağduruna yönelik olan şiddet tehdidi, hakaret ,aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması (m.5/a)
- müşterek konuttan uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsisi (m.5/b)
- korunan kişilere yaklaşılmaması (m.5/c)
- gerekli görülürse korunan kişinin yakınlarına ve çocuklarına yaklaşılmaması (m.5/d)
- korunan kişinin şahsi eşyalarına ve ev eşyalarına zarar verilmemesi (m.5/e)
- iletişim araçlarıyla rahatsız etmeme (m.5/f)
- ruhsatlı silahlarının kolluk kuvvetlerine teslim edilmesi (m.5/g)
- görevi nedeni ile zimmetinde bulunan silahın kolluk kuvvetine teslim edilmesi (m.5/ğ)
- bağımlılığı varsa tedavi edilmesi (m.5/h)
olmak üzere birçok farklı şekilde düzenlenmiştir. Önleyici tedbir kararını ihlal eden kişinin zorlama hapsine tabi tutulabileceği ise kanunun 13. maddesinde düzenlenmiştir.
Tüm bu tedbirler gösteriyor ki; 6284 sayılı Kanun, ülkemizde herhangi bir şekilde şiddete veya ısrarlı takibe maruz kalan ancak ekonomik bağımsızlığı veya barınacak yeri olmaması veya kendisine şiddet uygulayan kişiden ayrıldığında can güvenliğinden endişe etmesi sebepleriyle şiddet karşısında çaresiz kalan kadınlara yönelik en önemli güvencelerden biridir.
Kadına şiddet neden azalmamaktadır?
Ne yazık ki tüm bu düzenlemelere karşın kadın cinayetlerinin her geçen yıl arttığını görmekteyiz. Bunun yegane sebebi ise İstanbul Sözleşmesi’nin ve 6284 sayılı Kanun’un etkin bir şekilde uygulanmamasıdır. Zira yetkili makamlar kendilerine intikal eden çoğu vakada sözleşmeyi ve kanunu uygulamak yerine kadınları evlerine gönderip eşleriyle barışmalarını tavsiye etmekte ve ‘aile yapısının korunması’ adına işlem yapmamaktadır. Nitekim ”23 kez koruma talebinde” bulunduğu halde talepleri geri çevrilen ve boşandığı erkek tarafından uğradığı satırlı saldırı sonucu 44 gün yaşam mücadelesi verdiği hastanede hayatını kaybeden Ayşe Tuba Aslan kanunun gerektiği gibi uygulanmadığının somut bir örneğidir. Aynı şekilde ayrıldığı erkek tarafından öldürülen 19 yaşındaki Güleda Cankel karakola geldiğinde 6284 kapsamında re’sen koruma sağlanması gerekirken bu tedbire başvurulmamıştır. Tüm bu örneklerden yola çıkarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; 6284 sayılı Kanun ve İstanbul Sözleşmesi layıkıyla uygulanmış olsaydı 2019 yılında öldürülen 474 kadının bir çoğu şu an yaşıyor olacaktı.
Sonuç olarak; yetkililerin, kadınların ‘ ölmek istemiyoruz ’ çığlıklarına kulak vermesi ve İstanbul Sözleşmesi ya da 6284 Sayılı Kanunu tartışmaya açmak yerine bunların daha etkin uygulanması adına somut adımlar atmaları gerekmektedir.
KAYNAKÇA
http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/